25 Aralık 2016 Pazar

GAZİANTEP ADININ KÖKENİ

GAZİANTEP ADININ KÖKENİ
Gaziantep bölgesinde adı bilinen ilk yerleşim merkezi Dolike (Doliche-Ddikhe) şehridir. Gaziantep'in 10 km. kuzeyinde Dülük köyü yakınlarındaki bu şehrin adı Bizans kaynaklarında Telukh... 

Gaziantep bölgesinde adı bilinen ilk yerleşim merkezi Dolike (Doliche-Ddikhe) şehridir. Gaziantep'in 10 km. kuzeyinde Dülük köyü yakınlarındaki bu şehrin adı Bizans kaynaklarında Telukh (Tolupa) olarak geçer. Arap kaynaklarında Diba (Dalulo) olarak söz edilmiştir. Dülük adınında bu kelimeden kaynaklandığı sanılmaktadır. Selevkoslar ve Romalılar yöreye Toroslar Antakyası demekteydiler. 
Eskiden Ayıntep adıyla bilinir, halk Antep, Entap diye kullanırdı. Ayıntap adı ilk defa Urfalı Mateous'un ve Papaz Grior'un (Vekayi-Name)zeylinde geçer. Mateous 1124 ve Grigor 1155 yılları olaylarından söz ederken bu adı kullanmışlardır. 1229 yılında ölen Yakut Amevi'nin Mucem-El-Buldan adlı Coğrafya Lügat'ında bu isim geçmektedir. 
Bu isimlerle ilgili bazı söylentiler çıkmıştır. Bir görüşe göre Gaziantep'in eski ve asıl adı (Kala-i Füsus)dur. Buranın kötü bir hakimi olup, bir çok uygunsuz işler yaptıktan sonra ettiklerine pişman olmuş, tövbe eylemiş. Adı Ayni olduğundan halk 'Ayni tövbe etti' demiş; bundan dolayı şehrin adı 'Ayni Tövbe' Aynitep kalmıştır. 
Kala-i Füsus adının da bir efsanesi vardır. Kaleyi bölgenin sahibi olanbir kız çok kıymetli yüzüğünü satarak yaptırmıştır. Füsus -Yüzüktaşı anlamına geldiğinden kaleye bu isim verilmiştir. Kızın adının da Aynı olduğu söylenmiştir. Bir başka söylentiye göre şehre suyunun iyi oluşundan dolayı bu isim verilmiştir. Aynitap adı güzel, parlak anlamına gelen (Tap) ile pınar anlamına gelen (Ayın) kelimelerinden oluşmuştur. Ayıntap (Güzelpınar) (Parlakpınar) anlamında kullanılmaştır. 
İlin adını Hantap olarak da söyleyenler olmuştur. Tap'ın anlamı arazi'dir. Kelime Tap ve Tapkır olarak Gaziantep köylerinde kullanılmıştır. bu isme göre Hantoprağı demek olurki bu isim zamanla Hantap, Antap ve Antep şekline dönüşmüş olabilir. Haçlı tarihçisi -Guillavmede Tyr-de Hantap ve Hatap olarak söz etmiştir. 
İlin adı Ermeni kaynaklarında Anthapt olarak geçmiştir. Ayntap adı Ermenice'de 'Kraliçe Ani'ye adanmış toprak' anlamındaki Anthapt'tan gelmiştir. Ancak çok sayıda tarihçi bölgeden söz ederken Ayntap ismi yerine Dülük adını kullanmışlardır. 
Sonradan Ayntap adı Ayıntap olarak söylenilmiş, Milli Mücadele döneminde Fransız birliklerine karşı halkın verdiği kahramanca savunma sonucunda ilin adı 'Gaziantep' olarak değiştirilmiş, 1928 yılında da Gaziantep olarak kullanılmaya başlanmıştır.

GAZİANTEP'İN TARİHİ KRONOLOJİSİ

GAZİANTEP'İN TARİHİ KRONOLOJİSİ




M.Ö. 5 bin-3 bin :Eski çağ dönemleri (paleolitik-kalkolitik dönemleri)
M.Ö. 3 bin-2 bin :İlk tunç çağ dönemi
M.Ö. 1460-1200 :Orta tunç çağı ve son tunç çağı dönemleri
M.Ö. 1200- 600 :Hitit prenslikleri dönemi
M.Ö. 539 -331 ersler dönemi
M.Ö. 331 -323 :İskender dönemi
M.Ö. 312 - 69 :Selökidler dönemi
M.Ö. 69 - M.S.72 :Kommağene krallığı
M.S. 72 -395 :Romalılar dönemi
M.S. 395-628 :Sasaniler dönemi
M.S. 636 :Iyaz bin Ganem'in Antep bölgesini ele geçirmesi
M.S. 732 :Harun'ür Reşit döneminde şehrin tekrar alınışı M.S. 1067 :Emir Afşin'in bölgeye akınları
M.S. 1077 :Gümüştek'in Antep'i Bizanslılardan alması
M.S. 1084 :Süleyman Şah'ın yöreyi fethetmesi
M.S. 1098 :Antep'in, Urfa haçlı kontluğuna bağlanması
M.S. 1150 :Sultan I.Mesud'un bölgeyi geri alması
M.S. 1156 :Suriye Atabeyi Nureddin Mahmud'un şehri ele geçirmesi 
M.S. 1157 :Kılıç Arslan'ın Antep'i alması 
M.S. 1218 :İzzeddin Keykavus'un şehre girişi
M.S. 1259 :İlhanlı egemenliği
M.S. 1260 :Mısır Memluk Sultanı Seyfeddin Kutuz'un şehri
alması
M.S. 1343 :Antep'in Dulkadiroğulları Beyliğine bağlanması
M.S. 1353 :Bölgenin Memlük egemenliğine girmesi
M.S. 1400 :Timur'un Antep'i ele geçirmesi
M.S. 1470 :Memluk Komutanı Emir Yaşbek'in Antep'i yeniden
ele geçirmesi
M.S. 1516 :Yavuz Sultan Selim'in Antep'e gelmesi
M.S. 1517 :Gaziantep bölgesinin Osmanlı topraklarına katılması
M.S. 1839 :Şehrin Mısır Valisi Kavalılı Mehmet Ali Paşa
güçlerinin eline geçmesi
M.S. 1914 :Gaziantep'in bağımsız bir sancak oluşu
6 Aralık 1918 :İngilizlerin Kilis'i işgali
17 Aralık 1918 :İngiliz birliklerinin Gaziantep'e girmesi
29 Ekim 1918 :Fransızların Kilis'i işgali
5 Kasım 1918 :Gaziantep'in Fransızlarca işgal edilmesi
20 Ocak 1920 :Karayılan'ın, Karabıyıklı köyünde Fransız birliğini
yenilgiye uğratması
28 Mart 1920 :Kuvay-ı Milliye Komutanı Şahin Bey'in şehit
düşmesi
1 Nisan 1920 :Gaziantep'de şehir savaşının başlangıcı (Gaziantep
Savunması)
16 Nisan 1920 :Birinci Muhasara'nın başlatılması
30 Mayıs 1920 :Fransızlarla yapılan ateşkes antlaşması
29 Temmuz 1920 :Kuvay-ı Milliye harekatı ve II. Fransız muhasarası
18 Ağustos 1920 : Muhasaranın yarılması
20 Kasım 1920 :Fransızların şehri son kuşatması-ve top atışları
6 Şubat 1921 :Kuvay-ı Milliye'nin kuşatması yarma harekatı
6 Şubat 1921 :Antep'e "GAZİ" ünvanının verilmesi
"GAZİANTEP" adını alışı
9 Şubat 1921 :Gaziantep'in teslim oluşu
20 Ekim 1921 :Fransızlarla yapılan Ankara Antlaşması
25 Aralık 1921 :Gaziantep'in Kurtuluş Günü (Fransızların şehri
boşaltması)
1 Şubat 1933 :Gaziantep Ortaokulu'nda lisenin öğretime açılışı
26 Ocak 1933 :ATATÜRK'ÜN GAZİANTEP'E GELİŞİ
1969 :Gaziantep Müzesi'nin açılışı
1973 :Gaziantep Fuarı'nın açılış
ı

Bir Antepliyi Nasıl Tanırsınız?

Bir Antepliyi Nasıl Tanırsınız? 

Alışveriş Yaparken Başireciliğinden.--Ekşi Demez "eşki" Der.

--Otobüsteyken Şöförün "Arkaya Doğru İlerlermisiniz" Lafı Üzerine;
"Gidiyk İşte. Ne Acele Ediyn Gaça Gaça mı Gedek, G...ümüzde Motormu Var" Deyişinden.

--Sahilde Terliğini Arayan Bir Kıza Gayet Kibar Bir Şekilde;
"Hanfendi Terliğinizi Arıyosanız Terliğiniz Aha Taa Şoorda" Demesinden.

--Nasıl Yetiştirilirse Yetiştirilsin Anahtara "Anakdar" Demesinden.

--Hayret Ettiğinde Entersan Yerine "Abbooo" Demesinden.

--Güzel Yeşillik bir Yer Gördüğünde Ne Güzel bir Yer Yorumu Yerine
"Hısım Burda Ne Kebap Yellenir Ama" Demesinden.

--Toplumsal Neşelerde (milli maç galibiyeti-yılbaşı şenliklerinde v.b.)
Halka Açık Bir Meydanda Millet Şarkılar Türkülerle sevinirken.
İki Üç Hemşehrisiyle Beraber Kafa Kafaya Verip "Yaah Yaaah Yaaaah" Diye Bağırmasından.


--Dokuz Yaşına Kadar İsmini "İpraam" Olarak Bilmesinden.

--Çoğu Anteplinin Soyadı Şehrine Özgüdür. Onun İçin Çoğu Zaman Birinin
Soyadından Antepli Olduğu Anlaşılır.
Örneğin:hösükoğlu, daşçı, somun, öğümsöötlü, pambık Gibi.

--Arabalarının Arkalarında Küfte Lençesi Simit Salça Mangal Şiş
Çaydanlık Tüple Dolaşmalarından.

--Hastasının Canı Çekti Diye Üniversite Hastanesinde Ellerinde
Ameliyat Eldiveniyle Yaaalı Küfte Yoormalarından.
Kendilerini İkaz Eden Hastane Görevilisine. "Ne Var Ağam Bura Özel Oda
Deelmi Saan Ne" Demesinden.
Hastane Görevlisinin Efendim Hastanın Sağlığı Açısından Söyledim
Demesi Üzerine. "Hısım Görmüymün Elimize
Eldivan Dakdık Heç Bişi Olmaz, Hele S..tir Et Sen Onu Bunu da Gel İki
Sıhımda Sen Yi Demesinden.

--Adını Yanlış Söyleyen Oğluna "Oğlum Senin Adın İpraam Deel. Senin Adın
İrbaam" Demesinden.

--Lahmacunu Ekmeğin Arasına Dürüm Edip Yemesinden.

--İşi İyiyse Yada Yemek Beleşse Lahmacunun Arasına Patlıcan Kebabı Koyup Yemesinden.

--Herkes Lahmacunu Rulo Yapıp Yerken Anteplinin Dörde Katlayıp Yemesinden.

--Bisiklet Ve Motorsiklet Sürerken Pantolonun Paçasını Çorabının İçerisine Koymasından.

--Bir Davette Yemekten Sonra İkram Edilen Baklava İle Meyveyi Yerken Önce
Muzu Soyup Dilimledikten Sonra Bir Dilim Ondan Bir Dilim Baklavadan Yemesinden.

--Kalabalık Ortamlara Girdiğinde (bayram ziyareti, cenaze evi gibi)Herkesle Tek Tek Tokalaşır
Yerine Oturduktan Sonra Herkese Tek Tek "Maaraba" Demesinden.

--Pencereyi Yılıtırmısınız Demesinden.

--İki Lafından Birinde "Ağam" Demesinden.

--"Mabalı Boynaa" Lafından.

--Şerbetli Bişey Yediğinde Ellerinin Yapış Yapış Olmasını "Elim Dıbık Dıbık Oldu" Demesinden.

--Goska Goska Yeriyişinden.

--Yemeğe Gidelim Deyip Arabaya Doluştuktan Sonra Bir Yere Karar
Veremeyip Bir Kasabın Önüne Çekip Yarım Kilo Domatesle İki Yüz Gram Yağlı Kıymayı Beraber Çektirip.
Bitişiğindeki Fırında Etli Ekmek Yaptırıp Yemesinden.

--Adının "Ökkeş" yada "Memik" Olmasından.

--Refüjde Sahre Yapasından.

--Deterjana "Mintak" Demesinden.

--Acılı Olsun Olmasın Her Türlü Yemeğe (yuvalama hariç) Bile Pul Biber Atmasından.

--Her İşten Anlamasından. Mesela İlk Defa NASA Uzay İstasyonunu Gören Bir Antepli. "Hısım O Eyle Olmaz Bi Kere Füze Rampasını Balkondan Tarafa Koyucunki Park Ettiğinde Balkonda Oturuyken Görebilicin. Yaz Sizde Heç Bişey Bilmiysiiz Haa. Demesinden.

--Acele Etmeyin Yerine "Taşgala Etmen" Demesinden.

--Mantı Makarna v.s. Gibi Zati Özünde Un Olan Yemekleri Bile Ekmekle Yemesinden.

--Bir Sandalyeye Oturup Diğer Sandalyenin Dayanak Yerini Koltuk Altına
Dayayıp Yada Sandalyeye Dayanak Yeri Koltuk Altına Gelecek Şekilde Yan Oturmasından.

--Kahvede Otururken En Az Üç Sandalye Kullanmasından

--Altmış Rakamını "Atmış" Diye Söyleyerek Aradaki L Harfini Ağzına Etsende
Söylemeyişinden.

--Bu Yirmi Rakamındaki "R" Harfi İçinde Geçerlidir.

--Sofrada Yemekle Birlikte Turp Ve Yeşillik Gibi Şeyleri Mutlaka Tuza
Banıp Yiyen. Ve Bunu Tuzluktan Sofraya Döktüğü Tuza Banıp Yemesinden.

--Fastfoodda Girip Siparişini Aldığında "Be Anam Dünyanın Parasını
Aldıız Vere Vere Bu Güccüycük Şeylerimi Verdiiz; Ben bundan On Dene Yesem
Yine Doymam Nerde Bizim Memleketin Nohut Dürümü" Şaşırıp Nohut Dürümü mü
Olur diyen Fastfood Görevlisine "He Ya Nohut Dürümü Beğenemedin mi;
Zati Ağzııızın Dadını Bilseez Burnuuzun Bokunu Yersiiz" Deyişinden. 

24 Aralık 2016 Cumartesi

Gaziantep’e Gazi ünvanının verilişi


 Gaziantep’e Gazi ünvanının verilişi





I. Dünya Savaşından sonra ilk olarak 17 Aralık 1918 de İngilizler şehre girdiler. Yaklaşık Bir yıl süren işgalin ardından Fransızlar ile yaptıkları anlaşma gereği burayı Fransızlara terk ettiler.(5 Kasım 1919)Gerek Fransızların gerekse onlarla hareket eden Ermenilerin baskı ve zulümleri halkın direnişine yol açtı. Antep-Kilis hattında Şahinbey liderliğinde işgale karşı büyük bir savunma başladı. Şahin Bey in şehit edilmesinden sonra bu defa Antep çatışmalara sahne oldu. Antep halkı 1 Nisan 1920 den 7 Şubat 1921 e kadar Fransız kuvvetlerine karşı büyük bir direniş gösterdi. Daha sonra direniş kırıldı,ve Türk Askerleri geri çekilmek zorunda kaldı. Böylece Fransızlar 9 Şubat 1921 de şehre hakim oldular. Türkiye Büyük Millet Meclisi kendi gücüyle işgale 10 ay dayanan ve düşmana geçit vermeyen Antep''e 8 Şubat 1921 de Gazilik unvanı verdi. Böylece şehir Gaziantep adıyla anılmaya başladı. Fransızlar Ankara Antlaşmasının ardından 25 Aralık 1921 de şehri boşalttılar ve Gaziantep iki yıl süren işgalden kurtulmuş olduTürkiye Büyük Millet Meclisi’nin, 6 Şubat 1921 tarih 147. Toplantısında, Bakanlar Kurulu Başkanı ve Milli Savunma Bakanı Fevzi Çakmak meclis başkanlığına bir önerge sundu:


“ T.B.M.M Riyaset-i Celilesi’ne. Antep Livası merkezi olan Ayıntap kasabası namının, Gaziayıntap’a tahviline dair icra vekilleri heyetinin 2 Şubat 1337 ( 1921) tarihindeki içtimasında kabul edilen ve
T.B.M.M Riyaset-i Celilesi’nin tasvibine iktiran eden, Layiha-i Kanuniye Sureti musaddakası rapten takdim kılınmakla iktizasının ifa ve neticesinin icra buyurulmasını rica ederim efendim.”
İcra Vekilleri Heyeti

Reis-i Mudafaa-i Milliye Vekili
Fevzi Layiha-i Kanuniye Sureti;

 Madde 1- Ayıntap Livası merkezi olan Ayıntap kasabasının namı (Gaziayıntap) ‘a tahvil olunmuştur.
 
Madde 3-İş bu kanun tarih-i neşrinden itibaren mer’idir.
Kanun teklifi, böylece T.B.M.M’nin 6 Şubat 1921 günlü 147’inci toplantısında oy birliği ile ve alkışlarla kabul edildi, 8 Şubat 1921 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. 20 Ekim 1921’de Ankara İtilafnamesi ile Fransızlar Antep’i terk etmeyi resmen kabul etmişlerdir. Gerçekte ise Fransızlar 8 Şubat 1921’de Antep Türkleri ile yaptıkları mütareke ile işgallerinin geçici olduğunu belirterek Antep’i terk etmeye söz vermişlerdi. 25 Aralık 1921’de Ankara’ya bağlı kuvvetler Antep’e girmişlerdir. Her yıl 25 Aralık Antep’in kurtuluş günü olarak kutlanmaktadır.

“GAZİLİK” Antep’te Nasıl Duyuldu?..


Gaziantep’in bir kurtuluş gününde,radyoda yayınlanmak üzere mücahitlerden birisi ile konuşuyorduk. Muharip, Şahinbey Harpleri’nde, Çınarlı Cephesi’nde döğüşenlerden Mustafa Alçı idi.Sordum:

-Antep’e gazilik ünvanı verilmiş.Siz ne zaman duydunuz? Memnun oldunuz mu?
Hiç unutmuyorum,bu gün görmüş gazi adeta öfkeyle bağırdı mikrofon başında:
-“Ne diyorsun Bey, sen ne diyorsun? Antep’i sen o gün görmeliydin.Yurdumuz, yuvamız, yıkılmış, her evden 1-2 şehit çıkmış. Herkes şehidinin,yaralısının başında ağlaşıyor... Antep’in daha dumanları tütüyordu. Kim düşünür ünvanı, kim düşünür madalyayı ?

Hem biz madalya için mi döğüştük ?
Dinimiz için, milletimiz için, namusumuz için döğüştük...
Ankara’da meclis uygun görmüş, vermiş. Biz aylar sonra duyduk !”
Ankara’da T.B.M.M bahtı kara şehre Gazilik ünvanı verirken, Antep bir ölü evi gibiydi : Tüm ümitler kırılmış, herkes bitkin, herkes aç...
Çetelerin bir kısmı silahlarıyla ailelerinin bulunduğu evlere mağaralara, mahzenlere döndüler.Huruçla çıkmayıp şehre geri dönen muhariplerin toplamı 500 kişiyi geçmiyordu.Düşmanlar huruç harekatı yapıldığını öğrenince şehri her zamankinden daha şiddetli bir şekilde akşama kadar bombaladı. Kalan az sayıda müdafilerle yeni bir huruçta yapılamazdı.Düşmanın amacı, etrafı şehir cepheler kumandanı Özdemir Bey ile Heyet-i Merkeziye azalarını ele geçirmekti. Bunu kolorduda biliyor, o nedenle Selahattin Adil Bey ( Siz ve müdafiler yapılacak huruçla mutlaka harice çıkmalısınız) diyordu. Sonuçta bu akşam sessiz bir huruç yapılmasına karar verildi.
Gece yarısından sonra, içerde kalan, özellikle düşmanın tutsak etmek istediği Özdemir Bey, Heyet-i Merkeziye üyeleri ve memurlarla, doktorlar ( halktan 200 kişi ile ) Posta Burçlu Mehmet’in rehberliğinde, Antep’in kuzeyindeki Beylerbeyi yolundan harice çıktılar. Yarım saat sonra, Posta Elbistanlı Hoca ile, polis, Jandarma ve halktan 200 kişi kadar bir grup şehrin batısındaki, Maanoğlu köprüsü yoluyla İbrahimli istikametinden şehri terk ettiler. Çoğunluğunu kadınların ve çocukların teşkil ettiği yaklaşık 200 kişide şehrin öbür tarafından harice çıktı. Şehri terk eden bu üç grupta gecenin zifiri karanlığında, dondurucu soğukta, karlara ve sulara basa basa korkunç bir sefalet ve ızdırap içinde Antep’i terk ettiler...Bu silahsız ve bitkin insanların şehir dışına çıkışını Fransız birliklerinin görmemesi mümkün değildi. Ama ne sebeptense düşman bu insanların çıkışına kayıtsız kaldı.

Madde 2- Bu kanunun icrasına Dahiliye Vekili memurdur.

 
ANTEP'E GAZİLİK ÜNVANIN VERİLMESİ ÜZERİNE
"Türkler, hürmetle eğiliniz Antep karşısındasınız! Onu, o aşkı vatan timsalini, kendi ezeli ve fıtri kahramanlığınızı selamlıyorsunuz!

Fransız ordusu başta mızıka, mezbeğe gider gibi alaylar, şakalar içinde yola düşmüştü. Onlar ilk merhalede mavi gömlekli halkın kendilerine alıştırdığı gibi bu havalide de Fransız ordusu gözükür gözükmez, yerlilerin önlerinde hemen rüku edeceğini zannediyorlardı ve hayellerinde girecekleri beyaz kulelerin rekzedecek üç renkli bayrağı, gülerek neşe içinde yürütüyorlardı.

Fakat bir gün fıstık ağaçlarının gölgesinde billur ırmakların kenarından yürürken birdenbire bir mermi sağnağına tutuldular.

"Kemalilerin hafif bir eşkiya çetesi olacak" dediler. Halbuki, Antep karşısında idiler.

Ve işte o zaman bu zamandır, o gün durdukları yerden bir adım ilerleyemediler. Dokuz aydır o küçük kasaba, dibi olmayan bir fıçı gibi Fransızların kafile kafile, akın akın getirdikleri bütün askerleri yuttu.

O zaman Frenkler, Arap hudutlarını geçtiklerini, Türk toprağında olduklarını anladılar!
Evet karşılarında bir avuç insan vardı! Evet, silahsızdılar, müdafaasızdılar, azdılar, bir avuçtular, fakat bir avuç Türktüler! ve bu muzaffer Fransız ordusunu tevkife kafi geldiler.

Kahraman Antepliler! Yanmış yıkılmış evlerinizin enkazını, kendinize siper yaptınız, on kişi bir tüfeği bekliyorsunuz, birinizin şehadetine mütakip hemen öbürü tüfeği yakalıyor ve yine topların tankların hücumuna karşı delik deşik gögüslerini hail yaparak kazandığınız mevkii, şerefi kimseye vermiyorsunuz.

"Gaziantep sen bir abidesin! Sen ikinci bir (Plevne), ikinci bir (Çanakkale)sin. Sen kahraman Antep, bütün bu elem günlerinin teselli, bu necat günlerinin ümidisin! Mütakere muharebe şerefi iftiharı oldun! Avrupa'nın çelik, camit ruhunu gevşeten bir secaat ateşi oldun! Biz bugün senin yeşil ağaçlarının sakin gölgesinde milli tarihimizin en ünlü vakıasını, en safşaheserini, milli kahramanlığımızın ilahi bir timsalini seyrediyoruz.

Onun için hükümet bugün senin yaralı ve asil gögsüne gazi nişanını takarken, bütün millet birden karşısında huşu ile, şükranla eğiliyor!

Gaziantep! Dünyada bir tek Türk kaldıkça senin ismin mukaddes tanınacak, dünya durdukça senin gazi kalan Türklüğün ebedi bir timsalin olacaktır."

Müfide Ferit TEK
(Hakimiyet Milliyet Gazetesi
Ankara-Şubat-1921)

 


GAZİLİK ÜNVANI İLGİLİ ŞİİR

Boşa Verilmedi GAZİLİK

Kan barut kokusu çekilmez olmuş.
Güzelim Antep’e Fransız dolmuş.
Analar bacılar saçların yolmuş.
Boşa verilmedi Gazilik bize.

Şahin bey Karayılan bir, bir gittiler
Düşmanlar kâmili şehit ettiler
Aylarca toplarla gülle attılar.
Boşa verilmedi gazilik bize.

Cephede düşmanı yere serdiler.
Canlarını Vatan için verdiler.
Büyük mertebeye öyle erdiler
Boşa verilmedi gazilik bize.

Kimseden bir zerre yardım almadan.
Çarpıştı cephede korkup yılmadan
Kurtardı Antebi esir olmadan.
Boşa verilmedi gazilik bize.

On bir ay düşmana göksünü gerdi.
Altı bin üç yüz yirmi Şehit verdi.
Yirmi beş aralık felaha erdi.
Boşa verilmedi gazilik bize.

Gazinin elinden Gazilik aldı
On bir ay kuşatma altında kaldı
Antep ünvanını dünyaya saldı
Boşa verilmedi gazilik bize.

Mehmet KILIÇ
GAZİANTEP


Antep savunması
  • Bu ünvanı kolaymı verdi GAZİ şehire
    Ne bedeller ödendi kan döküldü bir kere
    Can verecekse insan veririm yüzbin kere
    Altıbin üçyüz şehit verdi yazıldı tarihlere

    Fransızlar saldırdılar,şehre tank,,top,uçakla
    Savundu antepliler; yaşlı,kadın,çocukla
    Onbir ay'ın sonunda,uzun süren zamanda
    Binlerce şehit verdi, gögsündeki imanla

    Fransızlar el attılar,bir kadının çarşafına
    Şehit KAMİL saldırdı,o anda düşmanına
    Oracıkta süngülendi,henüz ondört yaşında
    O,şehit KAMİL'imki, karşı koydu düşmana

    Uzanınca namusuma, o namusuz eller
    Bu nedenlede koptu,kızılca kıyametler
    Canlarından geçtiler can, verdi; Antepliler
    Altıbin üçyüz şehitle,yazılmıştı tarihler

    Cephane ve malzeme,götürürken orduya
    Değirmene vardılar,akşam karanlığında
    Ondört çocuk kahraman,karşılaştı düşmanla
    Şehitler kervanına,katıldılar o anda

    Şahinbey bekliyordu,dört göz ile onları
    Elma dağda bekledi,püskürttü düşmanları
    Fransızlar katlettiler,çocuk kahramanları
    Nafile; şehit düştü,şahanla arkadaşları

    Yirmi yedi fırkaya, ayrılırlar sırayla
    Cephane, erzak gelir, toplanan o parayla
    Kuva-yı milliyeden,komutan Karayılan'la
    Pusturdular düşmanı,koymadılar vatana

    Milli mücadelenin,örneği bu savunma
    Kolay kolay vermezler,bu ünvanı adama
    Nasılda yakıştı bu, GAZİ namı ATAM'a
    Vurunca antepliler,izzet, namus uğruna

    GAZİ'lik,ne takıdır, sana ne yakıştırma
    Meclisin kararıyla,kanunlaştı namına
    Taktir ile karşılandı,ogün büyük savunma
    Altıbin üçyüz şehit, aldı büyük madalya
  •  


  • Hasan Karabay


MARAŞ'A "KAHRAMAN" UNVANININ VERİLİŞİ için Tıklayın 
 

URFA'YA "ŞANLI" UNVANININ VERİLİŞİ için Burayı Tıklayın







Etiketler:
antep'e gazi ünvanının verilgazi antepin gazi ünvanı ,gaziantep gazi ünvanını nasıl aldı , gaziantepe gazilik ünvanı verilişi , antep'e gazi ünvanı ne zaman verildi , antep gazi ünvanını ne zaman aldı , antepin gazi ünvanını alması , antep gazi ünvanını nasıl aldı , antep'e gazi ünvanı verilmesi , gaziantep ünvanı , antep'e gazi unvanı verilmesi , antep ünvanı , antepin gazi ünvanı alması ,gaziantep'e gazi ünvanının verilmesi , antep'e gazi ünvanı , gazi antepe neden gazi ünvanı verilmiştir , gaziantep gazi ünvanını nerden almıştır , gaziantep'e neden gazi ünvanı verildi , gaziantep'in gazi ünvanı , antep'e gazi unvanının verilmesi , antep'e gazi ünvanı neden verildi ,antep'e gazilik ünvanı verilmesi , antep'e gazilik ünvanının verilmesi , antepe neden gazi ünvanıgaziantep in gazi ünvanı  verildi , antepin gazi ünvanı , gaziantep ünvanını nasıl almıştır , gaziantep'in gazi ünvanı alması , antebe gazi ünvanı verilişi , antebe gazi ünvanının verilmesi , antebin gazi ünvani almasi , antebin gazi ünvanını almasının nedeninin özeti , antebin gazı unvanını nerden aldı , antep e gazi ünvanın verilmesi , antep e gazi ünvanının verilmesi , antep e neden gazi ünvani , antep gazi unvanı alması , antep gazi unvanın verildigi tarih , antep gazi unvanını nasıl aldı , antep gazi ünvanini ne zaman , antep gazi ünvanı verilmesi , antep gazi ünvanını nerden aldı ,antep neden gazi antep ünvanını almıştır gaziantep’e Gazi ünvanı ne zaman, neden verilmiştir ?Antep’e Gazi ünvanının verilişi:

Atatürk ve Gaziantep






Atatürk aynı zamanda Gaziantep’in adaşıdır. Gazi şehrinde fahri hemşehrisidir. Gaziantep Bey Mahallesi 41 hanesinde kayıtlıdır. Ata’ya bir hürmet nişanesi olmak üzere bazı cadde ve okullara ismi verilmiştir.
1-Gazi Mustafa Kemal İlkokulu
2-Atatürk Lisesi
3-Atatürk Bulvarı
4-Gaziler Caddesi(Hem Atatürk hatırlanmakta hem de milyonlarca gazi hatıra gelmektedir.)
5-Atatürk İlkokulu 
Ulu önder 26   Kânunisani (Ocak) 1933 tarihinde şehrimizi şereflendirdiler.Şehrimiz için ebedi bir saadet kaynağı olan bir tarihi günde toplanan şehir meclisi yüce Halâskâr için halkımızın taşıdığı sonsuz minnet ve şükrân duygularını ifade etmek üzere büyük Atatürk'e gazi yurdun hemşehriliğini arz etmeyi kararlaştırdı.Ve şu mazbatayı tanzim etti.Tarihi yüksek kıymetine binaen aşağıya alıyoruz. Reisicumhur gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Türkiye'nin banisi ve en büyük milli rehberidir. İşgal edilen yurdumuzun istiklalini temin için milli bir cihat açmış ve milletin Başkumandanlığını yaparak Türkiye'yi kurtarmıştır.Bundan sonra idari,fikri,iktisadi,ilmi birçok inkılaplar meydana getirerek yurdumuzu mütemadiyen yükseltmiş ve yalnız Türkiye'de değil bütün dünyada tarihin en büyük Kumandanı,en büyük inkılapçısı,en büyük ilim ve fikir adamı olarak tanınmıştır. İşgal edilmiş olan Gaziantep'te bu mücadele ve inkılaplarda büyük liderin yaktığı ışık arkasından koşmuş, vesaiti harbiyesi olmadığı halde her şeyden evvel tek başına on bir ay mücehhez Fransız ordusuyla çarpışmış, şehrin bombardıman edilmesinden, mitralyözlerle taranmasından, hücuma uğramasından yılmamı;Fransızlara harben teslim olmamış;bu suretle milli mücadelenin şanlı sahifesini yazmış ve tarihe emsali bulunmaz bir kahramanlık namı bırakmıştır. Bunun için Büyük Millet Meclisi bir Mustafa Kemal'e birde Antep’e gazilik madalyası takmıştır. Gazi Halâskâr Gazi şehre 26 Kânunisani 1933 tarihinde ilk defa teşrif buyurmuşlardır. Gaziantep ahalisinin hissiyatına tercüman olan belediye meclisi bu çok ulvi levhanın hatırasını ebedileştirmek için şehrin fahri hemşeriliğini Cumhuriyet Halk Fıkrasının daimi, umumi reisi olan adaşına arz ve takdim etmeye ve Gaziantep Cumhuriyet halk fıkrasının bulunduğu Bey Mahallesi nüfusuna bu kaydı tescil ettirmeye karar vermiştir.
Not: Bu mazbatayı T.D.K. genel yazmanı Ömer Asım Aksoy hazırlamış, Diş Doktoru H.Cemil Karslıgil heyecanlı bir sesle okumuştur.
İki Gazinin Buluşması
Atatürk, Milli Mücadele yıllarında, Gaziantep’lilerin düşman karşısındaki yiğitçe direnişlerini, ölümle diş dişe savaşlarını, savunmalarını coşkuyla izlemiş,onlara her fırsatta güç vermiş, Gaziantep’lileri övmüştü.Gaziantep’e karşı büyük bir sevgisi vardı ama bir türlü fırsat bulup da bu şehre gelememişti.Milli Mücadeleyi başlatmak üzere Anadolu’ya geçmeden önce Suriye cephesinde 7. Ordu Komutanı olarak görev aldığı zaman,bir keresinde 1918 yılı Ekim ayı başlarında Kilis’e kadar gelmiş, Kilis’te bir gece kalmış,Kaymakam İbrahim ve Kilis ileri gelenleriyle görüşmüştü. Gaziantep’e gelememişti. Gaziantep’liler onu ancak, 26 Ocak 1933 günü kucaklayabilmişlerdi. 1933 yılı Ocak ayının 15’inde uzun süreli bir yurt gezisine çıkan Atatürk Adana’dan sonra,26 Ocak 1933 günü Gaziantep’e yönelmişti.O gün Ramazan Bayramı arefesiydi. Atatürk, bayramı Gaziantep’te geçirmek istiyordu. Haber Gaziantep’te duyulur, duyulmaz halk iki bayramı bir arada kutlamanın sevinci içinde, şehirlerini bayrak ve taklarla süslemişlerdi. Gaziantep Valisi Akif Bey’in başkanlığındaki bir heyet, Atatürk’ü karşılamak üzere Narlı istasyonuna hareket etti. Heyetle buluşan Atatürk,onlarala birlikte saat 11’e doğru Gaziantep’e girdi. O gün şehir ana-baba günü,binlerce,onbinlerce insan, okullar, esnaf birlikleri karşılamaya çıkmışlardı. Atatürk, karşılayıcıları selamladıktan sonra, otomobiline bindi. Yolda, Başkarakol’da arabasından inerek,bir süre halk arasında yürüdü, tekrar bindi, Atatürk Bulvarı’ndan Halkevine geldi.Meydanlarda davul-zurnalar çalıyor, milli oyunlar oynanıyordu. Halkevinde çeşitli kuruluşların yöneticileri ile görüştü bilgi aldı. Atatürk, Gaziantep’teki çalışmalardan memnun görünüyordu. Akşam, Gaziantep’liler, Atatürk’e ikiyüz kişilik bir yemek verdiler. Yemeğin sonunda Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali bir konuşma yapmış, sözlerini şöyle tamamlamıştı. Gazi bizim Gazimiz, kainat ve insanlığın Ulu Gazisi… Gaziantep’in yüreğinden coşan sesi dinliyormusun? Bu ses, tek ses olarak neden senin büyük yüreğine akıyor Gaziantep seninle yeniden kuruldu, çünkü sana inandı,bağlandı.Sana inanan,sana bağlanan kendi varlığına inanır. Hakka inanır, sonsuzluğa bağlanır. Sen her şeysin, Gazisin. Büyük Türk’ün bizzat kendisisin,özüsün,kütük adın Gazi Mustafa Kemal’dir.Fakat doğuş adın, tarih adın, asıl adın Türkiye’dir. Ertesi gün,27 Ocak 1933 Cuma,bayramın birinci günü, Atatürk’ün üzerinde lacivert bir elbise, gri kravat, siyah iskarpinler var. Valilikte yapılan bayramlaşma törenine katıldı. Buradan, üstü açık bir arabayla Belediyeye geldi.Belediye Meclisi salonunda toplanan Gaziantep’lilerle, şehrin sorunlarını görüştü, ihtiyaçlarını sordu. Gaziantep’te bir lise açılması isteniyordu. Başbakan İsmet İnönü’ye bir telgraf gönderdi. Gaziantep’teki ortaokulun lise haline getirilmesini, bu işin bir iki gün içinde sonuçlandırılmasını istedi. Öyle ki, üç gün sonra 1 Şubat 1933’te Gaziantep lisesi açılmıştı. Bu arada bir de tören yapıldı. Şehir meclisi Atatürk’e “Hemşehrilik Belgesi” verilmesini kararlaştırdı. Atatürk, Gaziantep Nüfus Kütüğünde ( Bey Mahallesi, hane 41, cilt 86, sayfa 56, Zübeyde’den doğma, Ali Rıza oğlu, 1881 Selanik doğumlu gazi Mustafa Kemal ) olarak geçti. Hemşehrilik Belgesi, Gaziantep Belediye Başkanı Hamdi Kutlar’ın bir konuşmasıyla Atatürk’e verildi. Atatürk teşekkür ederek: Gaziantep güzel şehir, Gaziantep’liler vatansever, cesur ve çok çalışkandır. Bu şehir her hizmete layıktır. Gereken her yardım yapılacaktır dedi. Belediyeden sonra Garnizon Komutanlığına gitti, subay ve erlerin bayramlarını kutladı. Öğleden sonra Narlı’ya buradan da Adana’ya dönüyordu. Atatürk, Gaziantep’in Kurtuluş Günü yıldönümleri olan 25 Aralık’ta sık sık Gaziantep’lileri kutluyordu. 25 Aralık 1936’da Gaziantep’in 15. Kurtuluş Yıldönümü günü şu telgrafı göndermişti: ( …Türküm diyen her şehir, her kasaba ve en küçük Türk köyü, Gaziantepliler’i kahramanlık örneği olarak alabilir.) Bu telgraftan bir yıl sonra 25 Aralık 1937’de Gaziantep’in 16. kurtuluş yıldönümü dolayısıyla Ankara Halkevi’nde düzenlenen toplantıya katılmış,Gaziantepliler’e de bir telgraf çekmişti. Bu telgrafta:(…Eğer bir gün millet,vatan ve Cumhuriyetin yüksek çıkarları gerekirse, o çevre kahramanlarının geçmişte olduğundan daha yüksek kahramanlıklar göstermeye hazır olduklarına şüphem olmadığı bilinmelidir)diyordu. Gaziantep’se Atatürk’ünü her zaman saygıyla andı. Onun Gaziantep’e geliş gününü,bir bayram olarak her yıl kutladı.
www.Gaziantep Valiliği

Evliya Çelebi'nin Gaziantep Hakkında yazdıkları





EVLİYA ÇELEBİNİN GAZİANTEP HAKKINDAKİ SÖYLEDİKLERİ

 
Ayıntap kenti tümüyle 32 mahalledir. 8.067 toprak ve kireç örtülü, bayındır, bakımlı, yüksek saray görüntülü evleri vardır. Tümüyle 140 mihraplı, yoğun cemaata sahip, Arasat meydanındaki Boyacıoğlu Camii ve Çarşı içindeki Tahtalı Camii sanatlı, ferah büyük kubbeli ve görkemli yapılardır.

Ayıntap'ta 300'ü aşkın sarayın özel hamamı vardır. Tümüyle 3900 dükkanlı büyük bir çarşıya, açık arttırmayla satış yapan pazarlara sahiptir. İki bedesteni, çarşısı ve saraçhanesi, üstleri örtülü kargir, sağlam süre düzeni içinde süslü dükkanlardı. Tamamına, 70 çeşmesi var, fakat, onlara hiç de gereksinme duyulmaz, her eve hayat ırmağı denginde sular akmaktadır.

Her ev, bağı, bahçesi, fıskiyeli havuzları, cennet ırmağı sularıyla çeşit çeşit selvi, çınar, söğüt, kavak, limon turunç ve diğer meyve ağaçlarıyla donatılmış. “İrem “bağını andırır. Bağları, bostanları, gül bahçeleri geniş örgüden kafese alınmış, çok verimli olmakla Antep ucuz ve şirin bir kenttir.

1648'de gördüğümüz kent, bu kez sekiz mahalle, nice han, camii ve dükkan kazanarak büyük bir gelişme göstermiş, Tanrı'ya şükürler olsun ki, bu gelişmesini sürdürmektedir.

Kent yüksek bir düzlükte ve yer yer bayırlar üzerinde kurulduğundan suyu ve havası da güzeldir. Bir çok hanları ama en görkemlileri ve ünlüleri Mustafa Paşa Hanı , Pekmez Hanı, Tuz Hanı, İki Kapılı Han , Börekçi Hanı ve Arasat Hanları'dır. İki tane de imareti – Aşevi - var: Gelene, gidene aylar yıllar bol ve minnetsiz sofralar açarlar.

Tümüyle 40 Tekkesi olup hepsinin en görkemlisi ve en çok donanmışı, yiyeceği bol ve hoş yapılışı Mevlevi Tekkesidir. Türkmen ağası Mustafa Ağa yapısı olup, 4. Murat'ın silahdarı Mustafa Paşaya bağışlamıştır. Tekke 40-50 yoksul hücresiyle çevrelenmiş yüksek kubbeli, baştan başa ham ve işlenmiş mermerlerle döşeli haremi, haremin ortasında büyük bir havuzu, havuzun başında rengarenk üzüm salkımlarını andıran süslü avizelerle donalı çardağı olan büyük, sağlam görkemli bir yapıdır.

Bakımlı, bezeli temiz caddeleriyle kent gerçekten şirindir. Yer yer açık arttırmayla satış yerleri, Halep tarzı kargir binalardan oluşmuş çarşıları vardır. Ama bu övdüğümüz yerler, tümüyle kale içindedir. Her sokak başında kapıcıların açıp, kapattıkları kale kapısı kadar sağlam kapıları vardır. Geceleri, tüm sokaklar kandillerle aydınlatıldığından bekçiler guruplar halinde rahatlıkla sokaklarda kol gezerek görevlerini yaparlar.

Kentin ortasındaki kocaman bir kaya üstüne yüksek, görkemli ve dairesel bir kale oluşturmuştur. Kale çok sağlamdır. Kaleyi çevreleyen hendek 1.300 adımdır. Eni 40, derinliği 20 arşın kesme kayadan oyulmuştur. Bunların üstüne her biri ayrı sanat ve mimari üslupta belli aralıklarla sıralanmış, çok güzel kuleler oturtulmuştur.

Bin bir bedeni olan kalenin temelindeki kayaların içinden yine çembersel bir biçimde kaleyi çevreleyen ve hendeğe bakan mazgal delikleri açılmıştır ki, hendek kenarına kuş bile konmaz. Kalenin batı kapısı, 7 katlı demirden bir kapıdır. Kapı aralıklarından çeşitli savaş araç ve gereçleri, silahlar, demir açma kafesleri, saçma topları vardır. Kale silah ve askerlerle donatılmış baca benzeri nefesliklerle havadar bir oturma yeridir.

Çoğunlukla halkı havrani kürkü, çuha ferace, elvan boğası, kavukla külah üstüne beyaz sarık sararlar. Yörede kafir hiç yoktur. Güzel kadınları pek çoktur. Hepsi de sarı çizme giyer, başlarına sivri gümüş taç takınır, beyaz çarşafa bürünürler. Nazik, arlı, edepli, çarşıya çıkmaları ayıp sayılan hatunları vardır.

Üzüm şerbeti içen, tatlı dilli, garip, dost, bilgili, anlayışlı, halım selim insanları vardır. Kahvelerinde hoş söyleşileri ile insanları kendilerine çekerler, hatta özendirirler. Kentin defterlerde öşür veren 70 bin bağı vardır. 9.346.000 kökten oluşmakta pek ünlüdür. Kenti çevreleyen bağlar tümüyle bağdır. Halkı da çok sağlıklıdır, kentlerinin yeme- içme dışındaki yönlerini de överler.

Buranın alemi bezeyen kırk çeşit üzümü, binlerce tulum pekmezi, bademli ve şam fıstıklı tatlı-köftür-sucuğu, pestili vardır ki Arab'a Acem'e Hindistan'a kadar gönderilir. “r” sesiyle “k” sesini doğru çıkaramazlar.

Yöre limon, turunç, nar, incir, dut, şeftali, zerdali, kayısı, beyaz ekmek ve yoğurduyla dünyaca ün kazanmıştır. Yine Elvan boğası, Antep eğeri, yay ve gedelesiyle ünlü bir kenttir.

Cennet bağlarına örnek öyle bahçeleri vardır ki, yalancı ve ölümlü dünyaya özgü “İremler” sayılırlar. Bunların içinde, en bakımlısı, en zengin ve donanmışı Musuloğlu Bahçesidir. Kısacası bu kenti anlatmaya, ne dil ne de kalem yeter. Dünya yüzünden geniş bir ili, gözalıcı büyük yapıları her yerden aranan eşyası, birçok mezraları, bolluk ve verimliliği bitimsiz yiyecek ve içecek pınarları ve ırmaklarıyla burası “Şehr-i Anteb-ı Cihan” “Dünyanın Gözbebeği Kenttir”dir.

Gaziantep Tarihi Yerler





Dülük Antik Kenti

 
Dülük, Gaziantep ilinin 10 km kuzeyinde, Antik dönemde ise güney, kuzey, doğu ve batıdan uzanan ticaret yollarının kesiştiği kavşak noktasında yer almaktadır. Asurlular döneminde Mezopotamya’dan Kilikya’ya uzanan yolun; Helenistik ve Roma döneminde ise, Antakya ve Kilikya’dan Zeugma’ya uzanan ipek yolunun güzergahında bulunmaktaydı.
Dülük’te Keber tepesinde yapılan bilimsel kazılarda Alt Paleotik döneme ait çakmaktaşı aletler ve bu aletlerin yapıldığı atölyeler bulunmuştur. Bu taş aletler özgün bir karakter kazandığından literatürde “Dülükien” olarak adlandırılmıştır. Bu dönemde barınma için kullanılan bir mağara (Şarklı Keper Mağarası) da ele geçmiştir. Bu kalıntılara dayanılarak Dülük M.Ö. 600.000 yıllarına tarihlenmekte olup, dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olarak gösterilmektedir.
 


Tarihte Doliche olarak bilinen kent Hititler’in baş tanrısı Teşup’un din merkezi olmuştur. Klasik dönemlerde de önemini koruyan Doliche ve baştanrısı Teşup; Roma döneminde de önemini koruyarak Jupiter Dolichenus diye anılmaya başlanmıştır.
Bu inanç Romalı askerler sayesinde Avrupa içlerine, İngiltere’ye, Kuzey Afrika’ya kadar yayılmıştır.
Dülük, antik kent ve kutsal alan olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
 Antik kent bugün Dülük köyünün kuzey bitişiğindeki Keber tepesi ve çevresinde toprak altındadır. Kutsal alan ise Dülük köyünün yaklaşık 3 km. kuzeyinde, sedir ve çam ağaçlarıyla kaplı, 1.020 rakımlı Dülük Baba tepesinde yer almaktadır.

Dülük; Teşup, Zeus ve Jüpiter Dolikhenos inançlarının kült merkezidir. Burada Hitit imparatorluk döneminde (M.Ö. 2.bin) gök ve fırtına tanrısı Teşup’un tapınağı mevcuttu. Teşup sol elinde şimşek demetiyle, sağ elinde çift ağızlı baltayla boğa üstünde durur halde taş üzerine kabartmaları işlenmiş, bronz heykelcikleri yapılmıştır. Hellenistik ve Roma döneminde Teşup’un işlevi aynı, fakat sadece adı Zeus, ve Jüpiter olarak değişmiştir. Roma’lı askerler tarafından Jüpiter Dolikhenos kültü sevilip büyük saygı görmüştür. Kendilerine güç versin diye, Jüpiter Dolikhenos’un küçük heykelciklerini kolye olarak boyunlarına takan askerler, bu dini Roma’ya kadar yaymışlardır.
Dülük’de Mitra inancı da mevcuttu. Dünya’da bilinen yer altına inşa edilen Mitras tapınaklarının (Mithraeum) en büyüğü, Dülük’te Keber tepesinin güney eteğinde bulunmuştur. Bu tapınak iki salonlu olup, yer altı tapınağının mihrabı konumundaki merkezi nişte Tauroktoni adı verilen boğa öldürme sahnesi kabartma halinde işlenmiştir.
Tanrı Mitras, gezegenleri simgeleyen yıldızlar, takım yıldızlarını simgeleyen akrep, yılan, köpek vb. gibi figürlerin de eşliğinde bir boğayı öldürürken resmedilmiştir. Astrolojiye göre Yunan ve Roma döneminden önce ekinos boğada idi. M.Ö. 4000-3000 de gerçekleşen Boğa çağının sonu, boğa öldürme sahnesiyle ifade edilmiştir. Perseus takım yıldızının tam boğa üzerindeki konumu, boğayı Perseus’un öldürdüğü kavramını yaratmıştır. Bu sahnede Perseus’un yerine geçen Mitras boğanın gücünü yok etmekte, bahar ekinoksunu boğa burcundan çıkarıp, koç burcuna sokmaktadır. Bu sahne, Boğa çağınının sona erdiğini, yeni bir çağın başladığını simgelemektedir. Ayinleri gizli olan bu tapınım çoğu Roma ordusunun askerleriydi. Üyeleri arasında bürokratlar, tüccarlar ve köleler de bulunmaktaydı. M.S.1. yüzyılda Tarsus’dan yayılmaya başlayan Mitras kültü, 3. yüzyılda İskoçya ve Büyük Sahra’ya kadar ulaşmıştır. Mitras ayinlerinde kurban edilen boğanın kanıyla hem yıkanılır hem de içilirdi. Böylece yok olan bir çağı simgeleyen boğanın temsil ettiği tanrının güçüne ve ölümsüzlüğüne kavuşulacağına inanılırdı. Dülük Mitras tapınağı Gaziantep müzesi ile Almanya’dan Münster Üniversitesinin katılımlı kazıları sonucunda 1997 ve 1998 yıllarında ele geçmiştir. Anadolu’da bulunan Mitras yer altı tapınağının ilkidir.

Bizans döneminde de Dülük kenti Hititlerden beri süregelen kutsal şehir konumunu başpiskoposlukla devam ettirmiştir. Bu dönemde “Telukh” adıyla bir eyalet merkezi olmuştur. İslami akınları neticesinde Dülük kenti oldukça tahrip olmuş. Başpiskoposluğun 7. yüzyılda Zeugma’ya taşınmasıyla birlikte ise dini merkez konumunu kaybetmiştir. Bu tarihten itibaren Gaziantep kalesi çevresinde kurulan yeni bir şehir olan “Ayıntap” Dülük kentinin yerini almaya başlamış ve günden güne küçülen Dülük, Ayıntap’a bağlı bir köy haline gelmiştir. Dülük kutsal alanı ise, evliya Dülükbaba’ (Davut Ejder) nın türbesiyle “kutsal alan” kimliğini günümüze kadar taşımıştır.

Bugün Dülük’te geçmişin kanıtı olarak en eski yerleşim, Keber tepesinin güneyindeki prehistorik mağaradır. Ayrıca Keber tepesinin karşı sırtlarında Nekropol alanı vardır. Burada çok sayıda kayaya oyulmuş oda mezarları mevcuttur. Bu kaya mezarların bazısının ön odasına taş basamaklarla (Dramos) inilerek ulaşılmaktadır. Mezar içerisinde lahitler bulunmaktadır. Bazısında dini mitolojik konulu kabartmalar mevcuttur. Bunların birinde ruh anlamına gelen Psikhe’ye Hermes ölünün ruhunu yer altı dünyasına (Hades) götürmesi için yol göstermektedir. Bazı mezarlarda ise baktığını taşa çeviren Meduza başı kabartma olarak işlenmiştir. Antik dönemde de ölüm sonrası dirilme inancı vardı. Bu sebeple “ölünün evi” olarak bu mezarlar günlük yaşanılan ev biçiminde yapılmıştır. Nekropol ün doğusunda Mar-Slemun manastırına ait olduğu tahmin edilen iki kaya kilisesi de vardır. Ayrıca Dülük köyünün doğusunda antik taş ocakları mevcuttur.
Dülük baba tepesinde, Jüpiter Dolikhenos tapınağının arşitrav parçaları ve taban döşemesine ait yassı blok taşlar az sayıda da olsa toprak üstüne yayılmıştır. Bu alanda Münster Üniversitesi tarafından kazı çalışmaları yapılmaktadır. Ayrıca burada Jüpiter Dolikhenos tapınağındaki görevlilere ait kaya mezarları mevcuttur. Taş basamaklarla inilen mezar girişlerinde dairevi biçimli kapak taşları, mezar içlerinde ise girlantlı lahitler mevcuttur. Bunların 17 adedi Gaziantep müzesi tarafından temizliği yapılarak ziyarete açılmıştır.

Mühür baskılarını içeren Dülük arşivi kaçakcılar tarafından yağmalanmıştır. Çok sayıda mühür baskısı yurt dışına kaçırılmıştır. Mühür baskıları yüzük taşı ve mühürlerin kil çamuruna basılmasıyla yapılan mühür baskıları üzerinde tanrı, tanrıça, kişiler ve hayvanlar gibi çeşitli resimler mevcuttur. Resmi ve özel mektuplarda, belgelerde, para torbaları ve balya vb. nesnelerin mühürlenmesinde kullanılmış olup, mühürlenilen eşyanın güvenliğini sağlamıştır. Bu mühür baskılarından bir gurubu Gaziantep müzesinde teşhir edilmektedir.

600.000 yıl öncesinden günümüze uzanan Dülük köyü geleneksel kesme taştan evleri, camisi ve Musa Kazım türbesiyle yöreye özgü geleneksel tarihi mimari özelliğiyle de görülmeye değer yerlerin başında gelmektedir..

Dülük Antik Kenti, bugün Dülük köyünün kuzey bitişiğindeki Keber tepesi ve çevresinde yer almakta olup, ulaşım için Gaziantep - Yavuzeli istikametinde giderken Otoyol gişelerine ulaşmadan sol tarafta Beylerbeyi köyü içinden geçen yaklaşık 4 km'lik asfalt bir yolla ulaşılır. Köyün girişine geldiğinizde yön levhaları size yardımcı olacaktır.
Çam ağaçlarıyla kaplı, 1.020 rakımlı Dülük Baba tepesinde yer alan Dülük Antik Kenti kutsal alanına ise, Gaziantep şehir merkezine yaklaşık 4 km uzaklıktaki Gaziantep - Adana yolu üzerindeki Dülük Ormanları içinden sağlanmaktadır. Ayrıca Dülük Ormanları içerisinde halkın piknik yapabileceği alanlarda mevcuttur.

kaynak : http://www.gaziantepkulturturizm.gov.tr/belge/1-60478/duluk-antik-kenti.html



Yesemek Açık Hava Müzesi ve Heykel Atölyesi

 
Gaziantep Müze Müdürlüğü’ne bağlı olarak hizmet veren Yesemek Açık Hava Müzesi ve Heykel Atölyesi, İslahiye İlçesinin güneydoğusunda Yesemek köyünün güneydoğusundaki yamacın üzerinde yer alır. Bu yamaç “Karatepe Sırtı” adıyla anılmakta ve Hazil (Kurt) Dağı’nın güney uzantısını oluşturmaktadır. Taşocağının yaslandığı "Karatepe", volkanik kökenli "bazalt" taşından oluşmuştur. Bazalt, işlenmesi oldukça güç bir taştır.
 


Yesemek Açık Hava Müzesi Gaziantep şehir merkezine 113 km. İslahiye ilçesine ise 23 km uzaklıkta olup, ulaşımı sağlayan yol asfalttır. Ulaşım İslahiye ilçesinden olduğu gibi, Hatay’a bağlı Akbez yol ayrımından Kilis iline giden yoldan da sağlanmaktadır.
 
Müze; yayınlara “Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi” olarak geçmiştir. Bulunduğu arazi, menekşemsi gri renkte dolarit diye tanımlanan bazalt taşlarından oluşmaktadır. Bazalt taşlar gayet sert ve çok ince gözenekli olup, son derece kalitelidir. Yesemek, dere yatağından başlayarak 90 m kadar yükselen, yaklaşık 300 x400m'lik bir alana yayılmış olup, bu alanda, yapım ve işleme sürecinin değişik basamaklarındaki taslaklar halinde, 300'den fazla, bazalttan yapılmış heykel ve kabartmalı ortostat saptanmıştır.

 
Yesemek tarihte ilk defa l890 tarihinde, Zincirli (Sam’al)’da Alman Doğu Araştırmaları Kurumu adına kazı yapan Felix Von LUSCHAN tarafından keşfedilerek, bilim alemine tanıtılmıştır. Buradaki sistemli araştırma ve kazı çalışmaları 1957-1961 yıllarında Prof. Bahadır ALKIM başkanlığındaki ekip tarafından yürütülmüş 200’e yakın heykel taslağı çıkartılmıştır. kazı ve araştırmanın yanı sıra bilimsel yayında yapılmıştır. Geçtiğimiz yıllarda ise Arkeolog İlhan TEMİZSOY tarafından yapılan arkeolojik kazılarda toprak altında kalan heykellerin gün ışığına çıkarılması ile 300 adet yontu ve heykel taslağına ulaşılmış; söz konusu alan, Gaziantep Müze Müdürlüğü tarafından çevre düzenlemesi yapılarak Açık Hava Müzesi haline getirilmiştir. Yesemekte 2005 yılında Opet'in sponsorluğunda çevre düzenleme çalışmalarına başlanılmış olup, gelecek yıllarda da devam edecektir.

M.Ö. 2000 yıllarının ikinci yarısı içinde bölge, Hitit hâkimiyetine girdikten sonra bu taş ocağı faaliyete geçmiş veya önceden beri işletilirken, Hititlerle yeni bir fonksiyon kazanmıştır. Burada Hititli ustaların yanı sıra, Hurri li usta ve sanatkârlarında çalıştığı bilinmektedir. Bir ara faaliyeti zayıflayan atölyede, Geç Hitit Krallıkları sırasında (M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren) çalışmalar tekrar yoğunlaşmıştır. Bu ikinci dönemde özellikle, Hitit, Suriye, Arami ve Asur Sanat unsurları ağırlık kazanmıştır. Oriantalizm adıyla anılan bu üslup, batıda gelişmeye başlayan Ege kültürlerini etkileyerek Yunan sanatının çekirdeğini oluşturmuştur
Atölye Geç Hititler döneminde, Hitit İmparatoru Suppilluma I. zamanında Sam’al (Zincirli) Krallığı tarafından M.Ö. 1375-1335 tarihleri arasında işletilmiş ve burada yerli halk Hur’lar çalıştırılmıştır. Sam’al (Zincirli) Krallığının M.Ö. VIII yüzyılın sonunda Asurlar tarafından yıkılmasıyla birlikte Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi kapanmış, çalışan halkta bölgeyi terk etmiştir.
Yaklaşık 100 dönümlük alan üzerinde kurulu bulunan heykel atölyesinde heykellerin nasıl yapıldığını günümüzde bile yerinde izlemek mümkündür. Okul niteliğindeki bu yerde yapılacak heykelin önce taşları bazalt bloklardan ayrılması için bazaltta oyuklar açılmakta, bu oyukların içerisinde kuru ağaçlar yerleştirilmekte ve kuru ağaçlara su dökülmekteydi. Islatılan ağaçlar şişmekte ve oluşan basınçla da bazalt bloktan taşlar ayrılmaktaydı. Ayrılan bu taşların yüzeyleri düzeltilmekte ve düzeltilen bu bazalt bloklar, ağaç kızaklarla, yamaçtaki çalışma alanına indirilmekte ve alınan siparişe göre ustalar, bloku kabaca yontmakta, taslak haline getirmektedirler. Atölyeye getirilip yapılmak istenen şekiller şablonlar yardımıyla çizilmekteydi. İlk önce bu şeklin konturları, daha sonra da bazı detayları çekiç ve kalemlerle yapılmaktaydı.Üçüncü aşamada detaylar daha özenle işlenmekteydi. Eserin son rötuşları ise nakliye sırasında zarar görmemesi için gittiği yerde, parçaların kullanılacağı mimari eserin bulunduğu yerde yapılmaktaydı. Buna dair bulunan tek bir örnek; Zincirli'de bulunan ve halen Gaziantep Müzesinde sergilenen Sfenks’dir. Devlet denetiminde işletildiği anlaşılan bu taş ocağı ve heykel atölyesinde, taslak işçiliğinin büsbütün safhalarını yerinde izlemek mümkündür. M.Ö VIII.yüzyılın son çeyreğinde “Asurlular” ca, faaliyetine son verildiği ve ustalarının Asur’a götürüldüğü bilinen atölyede, her şey olduğu gibi kalmış ve 1890 yılına kadar zaman donmuş gibidir.

1989-1990-1991 yıllarında Arkeolog İlhan TEMİZSOY tarafından toprak altında kalan heykellerin gün ışığına çıkarılmasıyla, 300’ün üzerinde yontu ve heykel taslağına ulaşılmıştır. Sfenksler, kapı aslanları, oturan aslanlar, kanatlı aslanlar, Amanos Dağlarını temsil eden Dağ Tanrısı kabartmaları, savaş sahnesi kabartmaları ve mimari parçalar, kendi doğal ortamlarında sergilenmektedir.
Yesemek M.Ö. II. Binin dördüncü çeyreği ile M.S. 8. Yüzyıl arasında, Yakın Doğunun en büyük taş ocağı ve heykel işleme atölyesidir. Bugün yaklaşık 300’ün üzerindeki yontu taslağının toprak altından çıkarılıp belli bir düzende sergilendiği Açık Hava Müzesi’nde taslakların büyük çoğunluğunu, yaklaşık yüze yakın örnekle; kapı aslanları oluşturmaktadır. Aslan Heykelleri Özellikle sur kapılarına, karşılıklı ikişer tane konuluyordu. Kükreyen / hırlayan bu aslan betimlerinin, kenti koruyucu ve düşmanlarını korkutucu güçleri olduğuna inanılıyordu. Bu heykellerin, kentlerin hakimi olanlar -kral, prens vb- tarafından, güç sembolü gibi kullanıldığı da düşünülmelidir.

İkinci sırada; 29 örnekle Dağ Tanrısı(külahlı ve kolları göğüs üzerine kavuşmuş, bir adedi üçlü diğerleri ikili) figürleri yer almaktadır. Dağ Tanrıları, Hurri-Mitanni kökenli tanrılar olarak Hitit Tanrılar ailesine kabul edildiği anlaşılmaktadır. Hitit İmparatorluk dönemi Dağ Tanrıları'nın, Orta Anadolu'daki kimi dağların adlarını taşıdıkları bilinmektedir. Yesemek'te Dağ Tanrıları'nın çok sayıda ortostat üzerinde betimlenmesi, bölge Hurri-Mitanni ülkesi içinde olduğu için çok doğaldır ve Hitit İmparatorluk dönemindeki uygulamalara paralel olarak, buradaki tanrıların da önemli dağların, örneğin Amanos Dağlarının, Kurt dağlarının ve belki diğer kimi dağ ya da tepelerin tanrıları olarak, bu dağların adlarını taşıdıkları düşünülebilir. Dağ Tanrılarından üç yada dört tanesinde Güneş Kursu bulunmaktadır.

Diğer ilginç taslaklardan bazıları ise: 


Ayı-insan karışımı bir yaratık; Bu eserde, kollarını göğüs önünde kavuşturmuş, yüzü cepheden betimlenmiş bir figür sola doğru yürür durumda gösterilmiştir. Dizlere dek inen bir eteklik giymiş olan figürün gövdesi insan olmakla birlikte, yüksek kabartma yapılmış olan ve kısmen kırılmış olan "yüz"ün ayı ya da aslan başı olma olasılığı vardır.

Sfenks heykelleri: Sfenks, genellikle insan başlı, aslan gövdeli olarak betimlenen karışık bir yaratıktır. Efsanevi bir hayvan olup kökeni Eski Mısır'a dayanır. Mısır'da sfenksin, aslan postuna bürünmüş firavunu betimlediği düşünülmüştür. Erkek başlı, aslan gövdeli sfenks, zihinsel ve fiziksel gücün simgesel bir bileşimidir. Bu yüzyıldan sonra da özellikle dişi sfenksler yapılmaya başlanmıştır. Sfenks, Anadolu sanatını da etkilemiştir. Hitit sanatında, Gaziantep'teki Zincirli ve Sakçagözü, Çorum'daki Alacahöyük, Boğazköy'de kent kapılarının her iki yanında sfenks heykelleri yer alır. Sfenks heykelleri de, kentlerin sur kapılarında, kapı koruyucu aslanlar gibi kullanılmışlardır.

Bir Savaş Arabası Sahnesi; kabartmalı bir kaide ile bir sütun altlığı ve çeşitli mimari parçalardan oluşan zengin bir koleksiyondur. Savaş sahnesi kabartması: İki yassı parça üzerinde, büyük olasılıkla bir savaş sahnesi işlenmiştir. Aslında üç ayrı levha üzerinde betimlenmiş olan sahnenin son parçası kayıptır. Bir atın çektiği iki tekerlekli bir savaş arabası ile atın altında yere düşmüş ve olasılıkla ölmüş bir düşman askerini betimlemektedir. Atın önünde üç adet hayvan figürü de işlenmiştir. Arabalı savaş sahnesinin bulunamayan sol üst parçasında arabanın üst bölümü ile arabayı kullanan savaşçı(lar)nın betimi bulunuyor olmalıydı.Alçak kabartma olarak çalışılan bu kompozisyonda, gerek insan ve hayvan figürlerinde, gerekse araba betiminde, ayrıntılardan pek azı işlenmiştir.

Sonuç olarak büyük bir organizasyonla işletildiği anlaşılan Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi taşların ocaktan kesilmesi, yontu taslaklarının hazırlanması ve tamamlanmasına kadar ki evrelerin teker teker örnekleriyle görülebileceği dünyada başka bir benzeri olmayan bir heykel okulu niteliğindedir. O dönemde bu büyüklükte bir sahayı kaplayan atölyeye ve atölyede meslek icra eden heykeltıraş sayısına, günümüzde meydana gelen teknolojik ve sanatsal gelişmeye rağmen ulaşmak mümkün olmamıştır. Bu da o dönemde burada yaşayan insan topluluklarının sanata verdikleri önemin büyüklüğünü göstermektedir.

Yesemek Açık Hava Müzesi: Tlf: 0.342. 875 10 55

kaynak : http://www.gaziantepkulturturizm.gov.tr/belge/1-60475/yesemek-acik-hava-muzesi-ve-heykel-atolyesi.html



Belkıs/Zeugma Antik Kenti

 
Belkıs/Zeugma bu günkü konumuyla, Gaziantep İli, Nizip ilçesinin 10 km. doğusunda, Birecik Baraj gölünün kıyısında, yeni Belkıs köyünün yakınında yedi tepe üzerine kurulmuş antik bir kenttir. Yaklaşık olarak 21 bir dekarlık bir arazi üzerinde yer almaktadır.
 


Zeugma’dan Strabon, Plinius ve birçok antik yazar bahsetmiştir. Büyük İskender’in generallerinden Selevkos Nikator I, M.Ö. 300’de, İskender’in Fırat’ı geçtiği bu yerde, kendi adıyla Fırat’ın adını birleştirerek Selevkeia ad Euphrates( Fırat Seleukeia’sı) ismiyle antik kenti kurmuştur
. Bu kentin karşısına da eşi Apameia’nın adıyla ikinci bir kent kurarak, bu ikiz kenti bir köprüyle birbirine bağlamıştır.

 Kommagane kralı Mitridates I. Kallinikos’un, Selevkos kralının kızı Leodike ile evlenmesiyle kent, çeyiz olarak Kommagane krallığına verilmiş. Leodike’nin oğlu Antiokhos I, bu kentin geliriyle Nemrut dağındaki heykelleri yaptırmıştır. Yaklaşık 40 yıl Kommagene’nin dört büyük şehrinden biri olan kent, M.Ö. 64 de Roma İmparatorluğu’nun topraklarına katılarak, ismi geçit ve köprü anlamına gelen “Zeugma” olarak değiştirilmiştir.

Roma döneminde kent en zengin dönemini yaşamıştır. M.S. 256 yılında Sasani kralı Şapur I, Zeugma’yı ele geçirerek yakıp yıkmış, daha sonra kent bir depremle alt üst olmuştur. Bu tarihten sonra artık Zeugma bir daha kendini toparlayamamış ve eski ihtişamına ulaşamamıştır. Zeugma 5 ve 6 yüzyıllarda Bizans hakimiyetine girmiştir. 7. yüzyılda ise Arap akınları neticesinde terk edilmiştir. Daha sonraları 9-12. yüzyıllar arasında İslami yerleşimi olarak varlığını sürdürmüş. 17. yüzyılda ise yanı başına Belkıs köyü kurulmuştur.

Antakya’dan Çine uzanan tarihi ipek yolu Zeugma’dan geçmekteydi. Ayrıca Batıdan Dülük, Güneyden Antakya, Halep ve Palmira, Doğudan ise Edessa’dan gelen antik yollar da Belkıs/Zeugma’da birleşmekteydi. Uzak doğudan getirilen ipek, baharat ve değerli taşlar Zeugma gümrüğünden geçerek Zeugma agorasında (Pazaryeri) tüccarlara pazarlanmıştır. Arşiv odasında ele geçen ve dünya rekorları kıran, 100.000. (yüz bin)’in üstündeki mühür baskıları Zeugma kentinin haberleşme ve ticaretteki önemini kanıtlamaktadır. Mühür baskıları mektuplarda, noter belgelerinde, para torbalarının ve gümrük balyalarının v.b. mühürlenmesinde kullanılmaktaydı.
Zeugma bu bölgede ticaretin merkezi konumundaydı. Bu kent Roma’nın doğu sınırında en son kentlerden biri olması sebebiyle, stratejik konuma sahipti. Bu nedenle burada önce Anadolulu askerlerden oluşan ve “Sikitia (İskit) Lejyonu” adı verilen askeri birlik, sonraları ise 6 bin askerden oluşan “IV. Lejyon” konuşlandırılmıştır. Ticaretin yoğunluğu, askeri lejyonun ekonomiye katkısı dolayısıyla Zeugma kenti oldukça zenginleşmiştir. Bu zenginlikle birlikte “Fırat manzaralı teraslara” çok sayıda villa inşa edilmiştir.

Zeugma’da, Fırat kıyısından küçük yükseltiler ve yamaçlarla 300 m. yükselen akropol tepesinde tüccarların ve kentin koruyucusu Tykhe tapınağı mevcuttu. Çevresindeki ovalara hakim, kartal görünümlü olan bu tepe, aynı zamanda Zeugma’nın büyüklüğünü ve görkemini de yansıtmaktaydı. Bu tapınak Zeugma’nın kendi darp ettiği sikkeler üstüne resmedilmiştir. Kentin kuzeyinde toprak altında; agora, adion ve hamam gibi resmi binalar, batısında; tiyatro, askeri kamp, kuzey batısında; atölyeler, doğusunda ise villaların olduğu teraslar mevcuttur. Nekropol alanı kenti güney ve batıdan iki ucu Fırat nehriyle sonlanan yarım ay biçiminde sarmıştır.

Zeugma kentinin suyu, şehrin 10 km. batısındaki dağlardan 1.30 m. yüksekliğinde 0.50 m. genişliğinde su kanallarıyla getirilerek, kanal, künk ve benzeri tali su yollarıyla şehir içine dağıtımı yapılmıştır. Her evin iki adet sarnıcı mevcuttu. Kullanılan su tahliye kanallarıyla galeri biçimindeki atık su kanallarına bağlanmıştır. Sonuç olarak Zeugma’nın kusursuz bir su şebekesi ve alt yapı sistemi mevcuttur.
Evler; ortasında bulunan sütunlu avluların etrafında yer alan odalara sahiptir. Odalar ışığını demir korkuluklu ve camlı geniş pencereleriyle bu avludan almaktaydı. Evlerin tabanı mozaik, duvarlar fresklerle bezenmiş olup, odalar mobilya, heykel ve sair heykelciklerle donatılmıştır. Zeugma’lı mozaik ustası Fırat nehrinden topladığı nehir taşlarını 8-10mm ebadında kübik biçiminde keserek (tessera) mozaikleri yapmıştır. Şayet, açık mavi, açık ve koyu yeşil ve turuncu gibi renkte taşları doğa da bulamaz ise bu renkleri cam tesseralarla elde etmiştir.
Aynı zamanda Zeugma’ya Samsat gibi diğer şehirlerden de mozaik ustası gelerek çalıştığı saptanmıştır. Söz gelimi Samsatlı Zosimos ustanın Venüs’ün doğuşu ve Ziyafet sofrası adlı iki mozaiği ele geçmiştir. Mozaiklerde mitolojik ve tiyatro sahnelerinden seçilen konular işlenmiştir. Ele geçen mozaikler Roma İmparatorluğunun en zengin olduğu, sanatının doruğu ulaştığı 2. ve 3. yüzyıla aittir. Duvar resimlerinde ise tanrıça, insan, hayvan ve geometrik resimler kullanılmıştır. Renkler dün yapılmış gibi canlıdır. Bunun yanı sıra yontu sanatı da oldukça gelişmiştir. Öyle ki Zeugma’nın kendine özgü heykeltıraşlık ekolü oluşmuştur. Bronz, kireç taşı ve mermerden heykeller, sert kalkerden lahitler yapılmıştır. Erkekler için kartal, kadınlar için ise yün sepeti kabartmalı mezar stelleri de yontulmuştur. Yüzük taşı oymacılığında da (gem, kameo) Zeugma’lı ustalar çok başarılıdır. Antik dönemde varlıklı her kişinin bir yüzük mühürü mevcuttu. Mühründe sevdiği tanrının, tanrıçanın, hayvanın veya kişinin resmi bulunurdu. Bu figürler yaklaşık 3-7mm. ebadında olup, merceğin henüz keşfedilmediği o dönem için düşünülmeye değerdir.

Belkıs-Zeugma’da ilk kazı, kaçak kazı ihbarına istinaden güney nekropolünde Gaziantep Müze Müdürlüğü tarafından 1987 yılında gerçekleştirilmiştir. Burada oda biçimli aile kaya mezarının ön terasına dizilmiş halde mezar sahiplerine ait heykeller bulunmuştur. Diğer kazı 1992 yılında yine bir ihbar sonucunda yapılmış ve şarap tanrısı Dionysos ve eşi Ariadne’nin düğününün resimlendiği bir taban mozaiği ve villa gün ışığına çıkarılmıştır. Bu alan seyir yeri yapılarak küçük bir müze olarak düzenlenmiştir. 7 yıl süresince Zeugma’ya gelen ziyaretçiler hayranlıkla bu mozaiği seyretmiş ve Zeugma kentinin büyüklüğü o zamandan beri ziyaretçilere görsel olarak sunulmuştur. 15 Haziran 1998 yılında ise bu mozaiğin büyük bir kısmı çalınmıştır.

Birecik Barajının yapımı sebebiyle Zeugma’da kurtarma kazılarının yapılması için bütün üniversitelere çağrı yapılmıştır. 1993 yılında West Avustralya Üniversitesi ve 1995 de Nantes Üniversitesi bu çağrıya cevap vermiş ve Gaziantep Müzesiyle birlikte katılımlı kazılara başlanmıştır. Fakat, kurtarma kazısı yapılacak alanlarda yılda bir, iki ay kazı yapmakla pek fazla bir şeyin kurtarılamayacağı bu kazılarda saptanmıştır.
Gaziantep Valiliğinin desteğiyle, İl Özel İdaresi, SANKO Holding ve Birecik Barajı konsorsiyumun maddi katkılarıyla ve Gaziantep Müzesi sorumluluğunda Arkeolog Mehmet ÖNAL başkanlığında kurtarma kazı çalışmalarına hız verilerek 1999 ve 2000 yıllarında A-bölgesinde hiç ara vermeden çalışılmıştır. Bu çalışmalarda Poseidon ve Euphrates villaları gün ışığına çıkarılmıştır. Mozaikler bu villaların sığ havuz, çeşme ve odaların tabanında yer almaktaydı. Konuları ise Akhileus, Venus’un doğuşu, Dionysos-Telete, Müsalar, Fırat tanrıları, Galatya, Dionysos-Ariadne, Satyros Antiope vb. teatral, mitolojik sahnelerle, geometrik desenlerden oluşmaktadır. Fresk ve stüko tekniğinde yapılmış figürlü, bitkisel, geometrik duvar resimleri gün ışığına çıkarılmıştır. Çok sayıda sikkenin yanı sıra bronz ve pişmiş toprak heykelcik, kandil ve çömlekler bulunmuştur. Ayrıca; sırt üstü yatar şekilde duran Savaş Tanrısı ünlü bronz Mars heykeli de bu buluntulardan bir tanesidir. Sular yükselirken yapılan bu kurtarma kazılarında ele geçen mozaikler, freskler, mimari parçalar ve benzeri tüm buluntuların çizimleri yapılıp belgelendikten sonra, su altında kalmaktan kurtarılarak Gaziantep Müzesine taşınmıştır.

Zeugma A-bölgesi su altında kaldığında, B- bölgesinde Kültür Bakanlığının izniyle, GAPİdaresi’nin (Güney Doğu Anadolu Projesi) organizasyonunda, PHİ (Packard Humanities Institutes)’nün maddi katkılarıyla, Oxford Unit ve Gaziantep Müzesinin şemsiyesi altında çok uluslu bir arkeoloji ekibiyle Temmuz 2000 de kurtarma kazılarına başlanılmıştır. Bu çalışmalarda Zeugma kentinin evleri, kilisesi, arşivi ve stoası hakkında yeni bilgilere ulaşılmıştır. Ziyafet sofrası, Europa’nın kaçırılışı ve Eros mozaikleri, freskler gün ışığına çıkarılmıştır. Antiokhos steli, heykelcikler, sikkeler, bronz kazanlar ve çömlekler bulunmuştur.

İtalyan CCA restorasyon ekibi bu çalışmalarda görev almıştır. Birecik baraj gölü sularının B bölgesine de ulaşması sebebiyle kurtarma kazı çalışmalarına 4 Ekim 2000 de son verilmiştir. Son durum itibariyle Zeugma’nın yaklaşık 1/4’lik bölümü Birecik Barajı gölü suları altında kalmıştır.

Kurtarma kazıları sonucunda ele geçen sanat şaheserleri, Zeugma’nın önemli bir sanat merkezi olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Zeugma’nın su altında kalmayan büyük bölümünde de villalar, tiyatro, sütünlu caddeler, hamam, agora ve tapınak 3-4 m. toprağın altında uyumaktadır.
Gaziantep Valisi M.Lutfullah BİLGİN, 2003 yılında Zeugma’da kazmayı vurarak restorasyon amaçlı kazı çalışmalarını başlatmıştır. Gaziantep Müze Müdürlüğü başkanlığında Arkeolog Mehmet ÖNAL’ın sorumluluğunda yapılan kazı çalışmalarında Dionysos Villasının kazısı tamamlanarak restorasyona hazır hale getirilmiştir. Ayrıca, Dionysos villasının batı bitişiğinde Danae villası kısmen açığa çıkarılmıştır. Bu villada ünik bir mozaik olan “Danae ve Diktys” konulu taban mozaiği meydana çıkarılmıştır. 2004 yılında ise bu evin avlu kısmının (Perystil) kazısı tamamlanmıştır. Anılan, villaların restorasyon projelerinin çalışması devam etmektedir. Bu iki villanın restorasyonu neticesinde, Zeugma açık hava müzesinin başlangıcı yapılmış olacaktır. Zeugma’ya gelen ziyaretciler, Zeugma mozaiklerini villalarda orijinal mekanlarında görebilecektir.

Ayrıca, 2004 yılında Fransa Nancy Üniversitesinden C.Abadie-Reynal’da Gaziantep Müzesiyle, Zeugma Tiyatrosunda katılımlı kazı çalışmalarına başlayarak, tiyatroya ait 6 adet oturma sırasını (Cavea) kısmen açığa çıkarmıştır. Bu kazı çalışmaları Zeugma kentiyle birlikte bölgenin de talihini değiştirecektir.
Zeugma'da yapılacak kazıların daha yüzlerce yıl devam edecek olması nedeniyle, 2005 yılından itibaren Zeugma kazı başkanlığı, Ankara Üniversitesi, Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Arkeoloji Bölümü öğretim görevlisi Doç. Dr. Kutalmış GÖRKAY'a verilmiştir.

Kurtarma kazıları sonucunda ele geçen sanat şaheserleri, Zeugma'nın önemli bir sanat merkezi olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Zeugma'nın su altında kalmayan büyük bölümünde de villalar, tiyatro, sütunlu caddeler, hamam, agora ve tapınak 3-4m. toprağın altında bulunmakta olup, gün ışığına çıkarılacağı günü beklemektedirler. Önümüzdeki yıllarda bu alanlarda yapılacak kazılar neticesinde oluşacak olan açık hava ve ören yeri müzesi Zeugma kentinin eserlerinin yerinde görülebilmesini sağlayacaktır.

Zeugma Web Sitesi



Rumkale

 
Gaziantep İli, Yavuzeli İlçesi, Kasaba köyünün yakınında bulunan Rumkale; Gaziantep şehir merkezinden 62 km. Yavuzeli’nden ise 25 km. uzaklıkta, Merzimen Çayı’nın Fırat Nehri ile birleştiği yerde, dik kayalar üzerindedir. Rumkale’ye Kasaba köyünden ve Halfeti’den teknelerle kolaylıkla ulaşılmaktadır. Antik dönemden günümüze kadar Şitamrat, Kal-a Rhomayta, Hromklay, Ranculat,
Kal-at el Rum, Kal-at el Müslimin, Kale-i Zerrin (Altın Kale) ve Rumkale gibi bir çok isimle adlandırılmıştır.

Rumkale Fırat ve Merzimen kıyılarından itibaren dimdik yükselen sarp kayalıklarla çevrili yüksek bir tepe üstüne kurulmuştur. 1838 de Rumkaleyi ziyaret eden Moltke’ye “kayalığın nerede bittiğini, insan eserinin nerede başladığını söyleyebilmek çok zor” dedirtecek kadar doğayla uyumlu mimari özelliğe sahiptir. Kale iki beden halindedir. Birinci beden; kalenin doğu, kuzey ve batıda doğal kayalığın dik olarak yontulmasıyla, doğal sur meydana getirilerek oluşturulmuştur. İkinci beden ise bu doğal surun üstüne sert kalker kesme taşlarla sur duvarı olarak yapılmıştır. Kuzey ve doğu surlarında dikdörtgen planlı 7 burç ile kuzeyde çok sayıda mazgal pencere yer almaktadır. Kalenin güney yöndeki kayalık uzantısı 12. yüzyılda 30m. derinliğinde ve 20m. genişliğinde oyularak uçurum (hendek) haline getirilmiştir. Böylece, savunmaya yönelik olarak karayla kalenin direkt ilişkisi kesilmiştir. Kale 120m. genişliğinde ve 200m. uzunluğunda bir alanı kaplamaktadır.
 



Rumkale bir zamanlar Halfeti (Şanlıurfa) ile Gaziantep arasında sınır oluşturan Fırat ırmağı kıyısında yer alırdı. Merzimen çayının suyu Rumkale dibinde, derin ve sarp vadi içinde akan Fırat nehrine karışırdı. Günümüzde üç yanı Baraj gölüyle çevrilmiş olup, yarım ada görünümündedir. Kalenin eteklerinde ise aşağı şehir bulunmaktaydı.
Rumkale’nin doğu ve batıdan olmak üzere iki ana giriş kapısı mevcuttur. Doğu girişi Fırat nehriyle, batı girişi ise Merzimen çayı üzerine kurulmuştu. Bugün sadece ayaklarının kalıntısı mevcut olan köprü, kara ile irtibatı sağlamaktaydı. Buradan patika yolla kalenin giriş kapısına çıkılmaktadır. Batı cephesinde yol üzerine 20m. aralıklarla 4 tane kule şeklinde kapı yapılarak savunma açısından büyük kolaylık sağlanmıştır. Batı surlarda kuzeyden itibaren birinci kapı dikdörtgen planlıdır. Nöldeke birinci kapının olduğu yerde bir türbe ve bir iskele olduğundan bahsetmiştir. İkinci kapı kareye yakın dikdörtgen planlı yarım daire şeklindedir. Üçünçü kapı tahrip olmuştur. Dördüncü kapı kare planlı haç tonozludur. Beşinci kapı kalenin Fırat’a bakan doğu cephesindedir. Dikdörtgen biçimli bu kapı, içte biri yuvarlak, diğeri sivri kemerli iki niş içine alınmıştır.
 


Kalede beden duvarları ve burçlardan başka, bugün görülebilen kalıntılar arasında Şair Aziz Nerses kilisesi, Barşavma manastırı, su sarnıçları ve su kuyusu sayılabilir. Kuyu basamaklarla Fırat nehrinin seviyesine kadar inen 8m. genişliğinde ve yaklaşık 75m. derinliğindedir. Fırat nehrinden su temin etmek için yapılmış olan bu kuyunun gizli bir geçit olduğu da rivayet edilmektedir. Kuyunun silindirik iç yüzünde kayanın oyulmasıyla helozonik bir merdiven meydana getirilmiştir. Bunlardan başka kale içinde işlevi tesbit edilemeyen çok sayıda yapı kalıntısı mevcuttur. Kaledeki yapıların bir çok bölümü ana kayanın oyulması ve düzleştirilmesiyle yapılmıştır. Surlarda ve burçlarda örgü malzemesi moloz taş, kaplama malzemesi olarak büyük boyutlu düzgün kesme taşlar, kemerlerde ise tuğla görünümü verilmiş kesme taşlar kullanılmıştır.

Şair Aziz Nerses Kilisesi: Rumkalenin güneyinde yer alan hükümranlık kilisesini 1173’te Şair Aziz Nerses yaptırmıştır. 18. Yüzyılda Rumkale’yi ziyaret eden Richard Peacock bu yapıdan ”Gotik” tarzda küçük ama güzel bir kilise olarak bahsetmiştir.

Doğu-batı doğrultusundaki kilise dikdörtgen planlı, üç nefli ve üç apsislidir. Batısında narteks yer alır. Sadece absisin doğu cephesinin bir bölümü toprak üstündedir. Doğu cephesinin ortasında silmeli çerçevenin iki yanında birbirine benzer kabartmalı levha bulunur. Sol levhada haç ve rumi süslemenin olduğu kabartmanın altında başlarını geriye çevirmiş karşılıklı duran iki aslan, sağ levhada ise iki palmet arasında başını sağa çevirmiş, kanatlarını açmış bir kartal kabartması vardır. Bu kilise İslami dönemde cami olarak kullanılmıştır.

Barşavma manastırı : Kale içinde kuzeyde yer alır. 13. yüzyılda Yakubi azizi Barşavma kendi adına inşa ettirmiştir.Birbirine bitişik iki yapıdan bazı bölümler ayakta kalmıştır. Kuzey cephesini kaya kütlesi oluşturur. Kare planlı olan yapı haç tonozlarla örtülmüştür. Duvarlarda büyük taş bloklar halinde kesme taşlar, payelerde ve batı mekanın kapısında düzgün kesme taşlar, kemerlerde ve örtü sisteminde ise tuğla görünümü verilmiş kesme taşlar burada da kullanılmıştır. Yakınında bir de kuyu mevcuttur.

Kalede toprak üstündeki yapılar 12-14. yüzyıllar arasına aittir. Bunlar içinde en eski yapının hendek olduğu ifade edilmektedir.

Fırat nehri boyunca ele geçen çakmak taşından yapılmış aletler ve diğer kalıntılar, insan oğlunun Rumkale ve çevresinde yontma taş (Paleotik) döneminden beri yerleştiğini kanıtlamaktadır. Bu dönemden sonraki iskan yerlerini ise Fırat vadisinde Tunç çağından başlayıp Kalkolitik döneme kadar inen höyüklerle izlemekteyiz. Rum kale ve çevresiyle ilgili antik kaynaklardaki ilk bilgiye Asur Kralı III. Salmanazar’ın MÖ. 855’ te zaptettiği “Şitamrat” yerleşimiyle ulaşmaktayız. Bu yerin Rumkale olduğu ifade edilmektedir. Rumkale çevresi bölgedeki stratejik konumu sebebiyle Med, Pers, Helenistik ve Roma dönemlerinde de iskan görmüştür.

Hz. İsanın havarilerinden Johannes (Yuhanna) ‘in Roma döneminde Rumkale’yi mesken yaparak kayadan oyma bir odada incilin nüshalarını çoğalttığı rivayet edilir. 11. yüzyılda Rumkale Hromgla’ adıyla önemli bir konumdadır. 1113 te III. Grigoris Rumkale’yi Joscelin’in dul karısından satın almış, katolikosluk (başpiskoposluk) makamını buraya yerleştirmiştir. Şair aziz Nerses mezheplerin birleştirilmesi nedeniyle imparator elçileri, Kayşum ve Yakubi baş patrikler ile Rum kale’de toplantılar yapmıştır. 13. yüzyılda Rumkale’de bir çok Yakubi’nin olması sebebiyle Yakubi Patriği II. Ignace, Rumkale’de bir kilise yaptırmıştır. Sonraları kaleyi patriklik makamı olarak seçmiştir. 1279 da kaleyi kuşatan Memluklular bu aşamada kaleyi zaptedememişlerdir. Ancak Memluklu sultanı Melik el-Eşref 1292 de Rumkale’yi tekrar kuşatmış olup, Rumkale’nin fethi gerçekleşmiştir. Sultanın emriyle Suriye naibi Sancar Suca tarafından tamir ettirilen Rumkale, Kal’at el Müslimin adını almıştır. Daha sonraları ise Kale-i Zerrin (Altın Kale) olarak adlandırılmıştır. Rumkale Memluklular zamanında yeniden uç kalesi olarak kullanılmışsa da, eski parlak dönemini bir daha yaşayamamıştır.

1516 da Osmanlıların eline geçen Rumkale, Halep Eyaleti’nin Birecik Sancağı’na bağlı bir kaza haline getirilmiştir. 17. yüzyılda Evliya çelebi, Rumkale’nin bir tepe üstünde sağlam bir kale olduğunu, dışarıda camii, hanı, hamamı ve küçük bir çarşısı bulunduğunu belirtir. Katip Çelebi de burasının bahce ve meyvelerinin bolluğunu vurgulamıştır.
Rumkale; üç yanı zümrüt yeşili göl ve bunu çevreleyen dik, sarp kayalıklı tepelerle çevrili doğa ve insan harikası bir yerdir.

Rumkale'ye ulaşım için iki güzergâh bulunmaktadır. Birinci güzergah, Gaziantep'in Yavuzeli ilçesinden doğuya doğru yaklaşık olarak 30 km. gidilince kasaba köyünün güney eteğindeki Rumkale'nin karşı kıyısına ulaşılır. Rumkale'ye geçmek için Kasaba köylülerine ait küçük balıkçı teknelerini ve Gaziantep Valiliğine ait tekneyi kullanmamız gerekmektedir.

İkinci güzergah ise, Şanlıurfa'nın Halfeti ilçesi olup, ilçeden teknelerle kaleye ulaşım sağlanır. Her ne şekilde giderseniz hafızalarınızda yıllarca unutamayacağınız güzelliklerle birlikte geri dönersiniz.

kaynak : http://www.gaziantepkulturturizm.gov.tr/belge/1-60481/rumkale.html



Tılbaşar Kalesi

 
Gaziantep İli Merkez Oğuzeli ilçesinin yaklaşık 12 km. kadar güneydoğusundaki Gündoğan köyünde yer alan Tılbaşar Kalesi, M.Ö 3000 yıllarına kadar giden ve tunç çağlarından itibaren iskan görmesinden dolayı oluşan birikimle oldukça yüksek görünen Tılbaşar höyüğünün üzerinde yapılmıştır.

Tarih öncesi devirlerden sonra klasik çağlarda da, yakınında kurulmuş olan ve Abara ismi ile anılan antik kentte yerleşim devam etmiştir. Tılbaşar Kalesi M.S. 11. ve 12. yüzyıllarda Haçlı Seferleri sırasında, önemli ticaret yollarına ve stratejik kavşaklara hakim ve yüksek bir tepeye (höyüğü) sahip olduğundan yeniden ele alınmış, höyüğün etrafında oluşan şehir bir sur ile çevrilmiş ve höyüğün üzerinde de sağlam bir kale inşa edilmiştir.

 


O zamanki adı olan Tel- Başir, sonradan Tılbaşar olarak anılmaya başlanmıştır. 1995 yılında Yrd.Doç. Dr Rıfat ERGEÇ Başkanlığında Gaziantep Müzesi ile Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsünün birlikte yürüttüğü arkeolojik kazılarda höyük eteklerinde Eski Tunç Çağı, Bizans, Eyyubi ve Haçlı dönemlerine ait yerleşim yerleri ortaya çıkarılmıştır.
 
Anadolu’nun sayılı büyük höyüklerinden olan Tılbaşar höyüğü üzerinde, yer yer Haçlı dönemi kalesinin kesme taştan duvar kalıntıları ile hemen önünde Türk ve Haçlı ordusunun büyük bir savaşa tutuştuğu şehir surlarının toprak yığıntısı haline gelmiş kalıntılarını görmek mümkündür.

Anadolu’nun sayılı büyük höyüklerinden olan Tılbaşar höyüğü üzerinde, yer yer Haçlı dönemi kalesinin kesme taştan duvar kalıntıları ile hemen önünde Türk ve Haçlı ordusunun büyük bir savaşa tutuştuğu şehir surlarının toprak yığıntısı haline gelmiş kalıntılarını görmek mümkündür.

Sakcagözü (Coba Höyük)
Sakçagözü, Gaziantep-Adana karayolunun 50. km’sinde yer alan Geç Hitit döneminin, önemli merkezlerinden birisidir. Sakçagözü’nden 3 km. kuzeye doğru gidildiğinde kazıların yapıldığı alana ulaşılır. Sakçagözü (Coba) Höyük, 1907-1912 yılları arasında John Garstang, 1949 da Seten Llyoyd tarafından kazılmıştır. Kazılarda M.Ö.1. binin ilk çeyreğine ait Geç Hitit krallık çağına ait kent açığa çıkarılmıştır. Hitit dönemine ait yapılar, şehri çevreleyen surlar, saray kalıntıları, yapıları süsleyen ortostatlar ortaya çıkartılmıştır. Ayrıca Hitit üslubundaki eserler, süslü kabartmalar ve heykelcikler de bulunmuştur. Saray girişinde iki kapı aslanı heykeli, sphenks kabartması ve yanındaki ortostatlar üstünde kuş adamlar ve tanrısal figürler bulunmaktadır. Diğer ortastatlarda ise, aslan avı, kuş ve yelpaze tutan figürler işlenmiştir

Bulunan eserler Berlin as Vorderasiatische Museum, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesinde sergilenmektedir
Sakçagözü’nün kuzeydoğusundaki mezarlığa ilişkin “Kesikbaş” efsanesi 77 den 77”ye halkın dilindedir. Ayrıca bölgede 1900’ lü yılların özelliklerini taşıyan “Hurşit Ağa Konağı” adıyla bilinen tarihi bir binada bulunmaktadır